Her bireyin sürekli kalmak üzere kullandığı yer onun yerleşim yeridir. Bireylerin aile oldukları noktada, yani evlenme akdinin yapılması ile yerleşim yeri müşterek hale gelmektedir.
Evlenme ile eşler oturacakları konutu birlikte seçerler. Seçilen konut ailenin her bir bireyi için yaşamın paylaşıldığı, ortak yaşamın sürdürüldüğü, manevi olarak değer kazanan bir mekan olmaktadır. Bu mekan aile konutudur. Aile konutu bir ev olmaktan daha öte, yuva özelliklerini taşımaktadır.
Elbette her ailenin mülkiyeti kendisine ait bir evi yoktur. Bu nedenle aile konutu kavramı kiralık evleri de kapsamaktadır.
Asıl olan ailenin birlikte yaşadığı evin mülkiyetine sahip olması değil, bir evin ailenin müşterek yaşamı için kullanılmasıdır. Yasal deyimle konutun aileye özgülenmesidir.
Aile sadece eşlerden oluşmamaktadır. Çocukları da içermektedir. En küçük toplum birimidir. Ailenin ve aile birliğinin korunması için, öncelikle yaşanılan yerin korunmasını gerekmektedir. Bu nedenle Medeni Kanun 194. Maddesinde eşlerin aile konutu üzerindeki işlem yapma hakkını diğer eşin rızasına bağlamıştır:
“Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.”
Aile konutu ile ilgili bu yasal düzenleme eşlerin fiil ehliyetini kısıtlamaktadır. Emredici niteliktedir. Bu nedenle eşler aile konutu üzerindeki haklarından önceden feragat edemezler. Aralarında anlaşarak bu haktan vazgeçemezler. Geniş bir izin veremezler. Her bir işlem için ayrı ayrı eşten rıza alınması gereklidir.
Eşin rızası şekle bağlı değilse de açık net ve tek bir olaya ilişkin, kanıtlanabilir nitelikte olmalıdır.
Medeni Kanunun bu hükmünün bir eve uygulanabilmesi için o evin ne zaman aile konutu haline geldiği bilinmelidir.
Gerçekte, aileye özgülenen taşınmaz, aile tarafından kullanılmaya başladığı anda aile konutu olmaktadır. Yasal düzenlemeler gereğince de bir yerde oturmaya başlanıldığında muhtarlık kaydı yapılmalıdır. Dolayısıyla, bir yerin aile konutu olmasının ilk belirtisi, ailenin o konutun bağlı olduğu muhtarlıkta kayıtlı olmasıdır.
Aile konutu olarak kullanılagelen taşınmaz eşlerden birine ait ise, malik olmayan eş, tapu müdürlüğünden aile konutu şerhi verilmesini isteyebilir.
Eğer kiralık bir ev aile konutu olarak kullanılmakta ise, kira sözleşmesinin tarafı olmayan eş, kiralayana “kiralık evin aile konutu olduğunu” bildirerek sözleşmenin tarafı haline gelir. Dolayısıyla, kira sözleşmesini yapan eş, diğer eşin haberi olmadan kira sözleşmesini fesih edemez. Bildirimde bulunan eş de sözleşmenin tarafı haline geldiğinden kiracı sıfatını kazanarak sözleşmeden kaynaklanan borçlardan, kira bedelinden sözleşmeyi imzalayan eşle birlikte sorumlu olur.
Aile konutu şerhi ve kiralayana yapılan bildirim açıklayıcı niteliktedir. Kurucu, yenilik doğuran bir işlem değildir.
Öyleyse, tapuya taşınmazın aile konutu olduğu şerhi verildiği zaman bir ev aile konutu olmamaktadır. Ev aile konutu olarak kullanıldığı için tapuya şerh verilebilmektedir. Yani aile konutu şerhi mevcut durumu açıklamaktadır.
Kiralık ev aile konutu olduğu kiralayana bildirildiği için aile konutu olmamaktadır. Aile konutu olduğu için bildirim yapılmaktadır. Gerçekte, kiralayan sözleşme yaparken aileye kiraladığını zaten bilmektedir.
Aile konutu şerhinin açıklayıcı niteliği aile konutu üzerine eşten habersiz işlem yapılması halinde önem taşımaktadır.
Örneğin, malik olan eşin, diğer eşe sormadan aile konutunu ipotek vermesi halinde, ipoteğin kaldırılması davası açılabilecektir. İpotek alan evin aile konutu olduğunu bilmediğini, tapuda aile konutu şerhi olmadığını ileri süremeyecektir. Çünkü, şerh olmasa bile ev aile konutudur. Bu noktada yasanın aileyi öncelikle koruduğu görülmektedir.
Aile toplumun temelidir. Toplumun geleceği çocukların yetiştirildiği birimdir. Aile konutlarının, mutluluk dolu yuvalar olmasını dilerim.
Av. M. Tülin Kavasoğlu